yazıgöl yaylası

Yazıgölü Yaylası İçel ili Çamlıyayla ilçesi sınırları içerisinde bulunmaktadır. Yazıgölü Yaylası bir yörük yaylası olup yaklaşık 3000-3500 metre yükseklikte bulunmaktadır. Yüksekliğine bağlı olarak bu yaylada herhangi bir orman alanı bulunmamakta ve geniş otlaklardan teşekkül etmektedir. Yazıgölü Yaylasında yaylacılık yapan yörükler kendilerini karakoyunlu olarak tanımlamaktadırlar. Yerleşik hayata geçmeleri ise oldukça yeni bir tarihte 1970’lerden sonra gerçekleşmiştir. Daha önceki yıllarda kışlaklar kiralanarak konaklanır yazın tekrar yaylaya çıkılırmış. Yazıgölü Yaylası dışında Niğde’nin doğusunda bulunan Üçkapılı Yaylasına da gidilmektedir. Genellikle koyun sahibi olan aileler yaylaya çıkmaktadır. Bunun nedeni koyunların keçilere nazaran sıcağa daha az dirençli olmasıdır. Genellikle Burada yaylacılık yapan halk genellikle kışlarını Tarsus’ta geçirmektedirler. Araştırmamamıza konu olan aileler Tarsus’un Sağlıklı ve Karadirlik köylerinde ikamet etmekte ve yazın gelmesiyle beraber bu yaylaya göç etmektedirler. Zaman içerisinde yaylacılığın ve yaylacıların sayısının azaldığını söyleyebiliriz. Bunun nedeni ise tarım ve teknolojinin günümüzde gittikçe gelişmesi ve genç nesillerin diğer iş kollarına yönelmesidir. Buna paralel olarak yaylacıların sahip oldukları hayvan sayısı da düşmektedir. Bu kısa bilgilerden sonra yaylaya çıkış hazırlıklarından başlayarak yaylaya çıkış ve yayladaki yaşam hakkında bilgi verebiliriz.

YAYLAYA ÇIKIŞ HAZIRLIKLARI VE GÖÇ

Göçe başlayış süresi Nisan ayı ortaları ile Mayıs sonu arasında değişmektedir. Yaylaya çıkılmadan önce çeşitli hazırlıklar yapılmaktadır. Bunlar yaylada tüketilecek olan un, yağ, tuz, şeker vb. gıda maddeleri ve barınma için gerekli olan yatak ve yorganların, mutfak eşyasının hazırlanmasıdır. Bu hazırlıklar tamamlandıktan sonra eşyalar traktörlere yüklenerek yola çıkılmakta ve daha önce tespit edilmiş olan konaklama yerlerinde konaklanarak hayvanların beslenmesi ve dinlenmesi temin edilmektedir. Burada şu noktaya dikkat etmek gerekir ki bu göçün geçmişte deve ve diğer yük hayvanlarıyla gerçekleştiriliyor olmasıdır. Ancak bu yukarıda da işaret ettiğimiz gibi teknolojinin de gelişmesiyle birlikte 1975 yıllarından bu yana yerini traktörlere bırakmıştır. Göç sırasında takip edilen mevkiler ve konaklama yerleri her yıl az çok değişmekle birlikte genellikle aynı yerler olmaktadır. Bu değişikliklerin sebebi ise daha çok yol üzerinde yeni tarım alanlarının açılması ve yeni orman alanlarının oluşturulmasıdır. Göç sırasında takip edilen belli başlı mevkiler sırasıyla şöyledir:

Tarsus à Taşovası à Kaderli Köyüà Yenihan à Kurtçukuru à Kaburgediği à Darıpınarı à Atdağı à Çamlıyayla à Sığır Yaylası (Burada 1-2 hafta kalındıktan sonra yola devam edilmektedir.) à Çatak à Yüklüboyun à Saydibi à Yazıgölü Yaylası

“Açın gözü ekmekte olur” derler. Eğer yolda otlak yönünden zengin bir yer tespit edilirse birkaç gün burada konaklanarak hayvanlar otlatılır. Eğer bu otlaklar belli bir köyün sınırları içerisindeyse köy muhtarına belli bir ücret ödenerek izin alınır.

Kışlaktan çıkıştan yaylaya varışa kadar geçen süre yaklaşık 1-1,5 ay olmaktadır; ancak Haziran ayı ortalarına kadar konaklama yerlerinde beklenmekte ve ancak Haziran ayı ortalarından sonra Saydibi’nden geçmektedirler. Çünkü bu süreye kadar bu bölgede yollar kar yağışından kapalı olmaktadır. 22 Haziranda ise Gündönümü Fırtınası olmaktadır ki tüm yaylacılar bu tarihe özellikle dikkat etmektedirler ve bu tarihten önce son durak olan Yazıgölü Yaylası’na çıkmamaktadırlar.

Göç genellikle 2-3 ailenin işbirliğiyle olmaktadır. İşbirliği yapılacak olan ailelerin akrabalar ve yakınlardan oluşmasına dikkat edilmektedir; çünkü beraber göç edilen aileyle ekonomik işbirliği de yapılmakta, hayvanların ihtiyaçları ortaklaşa karşılanmakta ve yıl sonunda elde edilen ürün birlikte satılmakta ve paylaşılmaktadır.

YAZIGÖL YAYLASINDA

İyi bir yaylanın üç özelliği vardır. Bunlar yaylanın yüksek olması ve o oranda serin olması, buna bağlı olarak yaz ortasında dahi otlak olması ve suyunun bol olmasıdır. Yazıgölü Yaylası da bu üç özelliğe sahip olmakla iyi bir yayla olarak kabul edilmektedir. Ortasında ve kenarlarında serpiştirilmiş bulunan göller insanlara ve hayvanlara su kaynağı olmakta ve otları yaz ortasında dahi kurumamaktadır. Göç katarı bu güzel yaylaya ulaştıktan sonra yapılan ilk iş yurdun gözden geçirilmesi ve karaçadırın kurulmasıdır. Teknoloji yaylacıların günlük hayatının her noktasına girmekle birlikte karaçadır halen diğer çadırlara tercih edilmektedir. Bunun nedeni isme karaçadırın diğer çadırlara göre daha havadar olması, daha geniş ve daha korunaklı olmasıdır. Karaçadır artık günümüzde durumu daha iye olan ve hatırı sayılır kimselerin kullandığı çadırdır. Yayladaki çadırlar üç direklidir. Günümüzde yaylada daha çok “çatmalı çadır” kullanılmaktadır. Kıl dokuma artık günümüzde yapılmadığı için ve satın almak çok pahalıya malolduğu için “çatmalı çadır” tercih edilmektedir. Alayçık da denilen diğer bir çeşit çadır daha vardır ki bu mutfak işlerini gören çadırdır. Karaçadır çeşitli parçalardan oluşmaktadır, bunlar kanat, kolon, çanak bakara, direk ve sitildir. Yaylada çadır kurulan Yurtlar herkesin kendi malı sayılır ve sahibi yaylaya çıkmamış olsa dahi hiçkimse tarafından işgal edilemez. Bu yurtların herhangi bir tapusu bulunmamakta ve dede yurdu sayılmaktadır. Yazıgölü Yaylasında kurulan tüm obalar kendi içlerinde akrabadırlar; ancak kışın gittikleri kışlaklar, köyler farklıdır. Yaylada aydınlanma gazlambası ve fenerle yapılmakta kullanılacak olan odun ve yakacak Orman İdaresinin izniyle temin edilmektedir. Yaylada aile içinde belli bir işbölümü oluşturulmakta ve bu iş bölümüne göre genç erkekler genellikle çobanlık yapmakta, koyunları kurtlardan ve yabancılardan korumaktadırlar. Yaşlılar, ailenin şehirden temin edilecek ihtiyaçlarıyla, kadınlar ise mutfak işleri ve elde edilen sütün ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesiyle meşgul olmaktadırlar.

ÇOBANLIK VE HAYVANCILIK

Çoban ailenin fertlerinden olabildiği gibi ücret karşılığı da tutulabilmektedir; ancak tercih çobanın aile fertlerinden birisi olması yönündedir.Çobanın en önemli özelliği gece uyumamak ve otlu yerleri iyi bilmek olmalıdır. Çobanın üzerini sağlam giyinmesi, kepeneğini, sopasını ve fenerini yanından ayırmaması gerekir. Ayrıca çobanın yanından asla ayırmaması gereken “bağca ipi” bulunmaktadır. Çoban bağca ipinin bir ucunu koyurnun boynuna diğer ucunu kendi koluna takarak sürü uzaklaştığı zaman uyanmasını sağlar. Çobanın ardımcısına “Çeltek” denir. “Çoban daha çok peynir ve kurusoğan yer, zaten başka bir şey de bulamaz.” Bulabildiği kuzu kulağı, eşkimek, kuzu göbeği,yayla çirişi gibi yabani otları yer.

Koyunlar gece yaylıma çıkarılır, koyunların bu zahmetinden dolayı günümüzde artık daha çok keçi beslenmeye başlanmıştır. Hastalıklı hayvanlar yaylıma çıkarılmaz, obada alıkonarak ağılda beslenmesi sağlanır. Gece sürüyü yaylıma çıkaran çoban gündüz uyur ve dinlenir. Çoban sürüyü özellikle taze otarın bulunduğu yerlere götürerek koyunların bol süt vermesini sağlar. Bazı otlar özellikle süt verimini arttırırlar. Bu otlar “kuyruk yaran”, “keven otu” ve “şalgaba”dır. Yaylada zehirli ot pek bulunmaz; ancak sürünün özellikle ilkbaharda yediği taze otlar “çeler” hastalığına neden olur. Bu sebebten ilkbaharda sürü çeler hastalığına karşı aşılanır. Yeni doğan hayvan 1-1.5 ay emzirilir, daha sonra otlamaya alıştırılır.

Sürüde bulunan hayvanları başka sürülerde bulunan hayvanlardan ayırmak için her aile belli bir işaret “en” kullanır. Hayvanlara belli isimler verilir:Alakoyun, mavi vb. Ancak bu isimler daha çok dikkat çeken, sahipleri tarafından sevilen hayvanlara verilir. Koyunlara çeşitli çanlar takılır. Çan takılmasının nedeni yaylımın gece yapılması ve koyun kaybolduğunda kolayca bulunmasıdır. Etli, kuvvetli hayvana büyük çan, zayıf hayvana küçük çan takılır. Sürü kışlağa indiriydiğinde bu çanlar çıkarılır. Çanlar çeşitli isimler alırlar. Türlerine göre bu çanlar topak çan, kulaklı çan, yaslı çan vb.dir.

Yaygın olan belli hayvan hastalıkları bulunmaktadır. Bunlar, çiçek, şarbon, çeler, yürek saplaması, kelebek, şerit vb.dir Geçmişte bu hastalıkları tedavi etmek için geleneksel tedavi yöntemleri (yağlı pekmez yedirme, hastalanan hayvanın kulağını kanatma vb) kullanılmaktaydı; ancak günümüzde hastalanan hayvan veteriner tarafından tedavi edilmektedir. İyi, tavlı hayvanlara nazar değdiğine inanılmakta ve bu hayvanlara zakkum ağacının parçası, göz boncuğu ve ayet yazdırılarak (muska) takılmaktadır. Ayrıca nazar değmesine karşı hayvanların arasında üzerlik yakılmaktadır.

Yazıgölü Yaylasında kurda canavar ve böcü de denilmektedir. Koyunlar kurdun yaklaştığını hissettiği anda ön ayaklarını yere vurarak bir araya toplanırlar. Kurt genellikle tümsek ve engebeli yerlerde siper alarak koyunu kapar. Bunu bilen çoban genellikle tümseklerde durarak sürüyü otlatır. Kurt kapacağı koyunu en tavlısından, en sağlıklısından seçer, sağ ayağıyla koyunun beline bastırarak boynundan yakalar ve omzuna atar, sessiz tenha bir yere götürerek yer. “Kurtta azrail tüyü var” denir ve gören kişi ve hayvanı korku sarar. Sürüye kurt girmemesi için hocaya kurt ağzı bağlattırılmakta, dua edilerek düğüm atılan ip hayvana takılmaktadır. Ancak yine de sürünün belli bir kısmı kurdun rızkı olarak ayrılmaktadır. Kurt ağzı bağlayan hoca dahi Cenab-ı Allah kurdun rızkını ayırmış diyerek bağlar. “Zaten yaratılışta da Allah tüm varlıkların hakkını ayırmış, kurdun hakkını ise unutmuş. Kurt Allah’a ben nereden geçimimi sağlayacağım diye sorunca Allah, sen de kullarımdan geçimini sağlayacaksın demiş ve kurdu yörüklerin peşine takmış. O günden beri kurda ne zaman yaylaya çıkacaksın diye sorduklarında kurt, yörük emmilerime bağlı diye cevaplarmış.” Kurda karşı çoban köpeği yetiştirilir. Çoban köpeği koku alma konusunda kurttan daha iyidir; ancak kurt gözlerinin görmesi açısından köpekten çok daha iyidir. Bunun için kurt “Ayın karanlığında, ak karın üzerinde ak kılı görürüm dermiş.”

Geçmişte Aralık 15’te yapılan koç katımı artık günümüzde yapılmamaktadır. Koç sürekli sürüyle birlikte dolaştığından kuzular rasgele zamanlarda doğmaktadır. Önceleri tekeler ayrı bir dağda tutulur teke katımı Eylül ayında yaylada yapılırdı. Katımı bir erkek bir kadın yaparlar ki kuzulayınca biri teke biri keçi olsun. Katım yapılmadan önce teke süslenirdi. Kuzulama beş ay geçtikten sonra gerçekleşir şubat ayında oğlaklar doğardı.

Hayvanların kırkılması işlemi ise Nisan ve Ağustos aylarında yapılmaktadır. Kuzuların kırkılması işlemi bunlardan ayrı olarak Temmuz ayında gerçekleştirilmektedir.

Yayladan kışlağa geri dönüş yaklaşık olarak Eylül ayı ortalarında olmaktadır. Bu tarih daha çok hava durumuna ve Çukurova’da pamuk ve mısır hasadına bağlı olarak değişmektedir. Hasattan sonra hayvanlar kışlağa indirilerek burada otlatılmaktadır.

SÜT, SÜT ÜRÜNLERİ VE BESLENME

Yaylacıların ekonomileri hayvancılığa ve süt ürünlerine bağlıdır. Yaylada elde edilen sütle yoğurt, kaymak, yağ, peynir, çökelek yaparak hem kendi kışlık ihtiyaçlarını karşılamakta hem de Çamlıyayla pazarına satarak gelir elde etmektedirler.

Koyun ve keçiler yirmi dört saatte bir sağılmaktadır. Sütler helkelere sağılır. Helkede biriken sütler komşular tarafından birleştirilir, buna değişik denir. Değişik kimde ise biriken sütler ona verilir. Değişik, daha çok peynir, yağ yapımı için gereklidir. Kazana konulan sütler süzeklenir yani süzgeçten geçirilir. Maya olarak bazı aileler satı maya da denilen hazır maya kullanmakta iken genelde kendi ürettikleri ev mayası denilen mayayı kullanmaktadırlar.

Peynir yaparken süt kaynatılmaz kaynatılırsa peynirin tadının iyi olmayacağı, kendi deyimleriyle dilkem dilkem duracağı, peynirin iyi olmayacağı söylenmektedir. Eğer peynir satı maya ile yapılacaksa maya az, ev mayası ile yapılacaksa saplı adını verdikleri bir kap ölçü alınarak bir kilo süte bir saplı koymak suretiyle yapılmaktadır. Ev mayası yapmak için sığır ve ya koyun kursağı kullanılmaktadır. Sarkanak da denilen kursak, hayvan kesildikten sonra kokmasın diye tuzlanarak saklanır. Peynir yapılacağı zaman bir bidona peynirin sarı suyu konur, içine sarkanak, nohut, harnıp(keçiboynuzu), tuz atılıp bidonun ağzı kapatılır. Bir hafta on gün kadar sonra ekşir maya hazır olmuş olur. Bazı aileler ev mayası yaparken sarkanakla birlikte yemiş(incir), nohut, şeker de kullanmakta, bazıları da sarı suyun içine sarkanakla birlikte nohut, tuz, yoğurt, harnıp, yemiş kullanmakatadır. Yalnız yemişin çekirdekleri dağılmasın diye bir çaputa çıkın yapılmakta öylece kullanılmaktadır. Havanın sıcaklığına göre bu maya ile yapılan peynir üç günde tutar. Eğer peynir kesilmeye yüz tutarsa aradan üç dört gün geçtikten sonra biraz daha maya kullanılır.

Sütten yağ yapmak için süt kaynatılıp kaymağı biriktirilir. Biriken kaymak yanlık da denilen tulumlara konulur. Yanlık uç kısımlarından ip bağlanarak gerilir. Yanlığın içine konmuş olan kaymak yayılır. Uzun bir zamandan sonra yağ elde edilir. Yaylada alaçık çadırı olanlar yağ ve peyniri saklamak için çadırın yanına yere çukur açarlar. Bu çukura orbuk denir. Yağ ve peynir sıcakta tutulursa kokar, acır ve bozulur. Bu nedenle evde durdurulmaz.

Kendileri tüketmek için sütten yoğurt, kaymak ve yepinti yaparlar. Yepinti, sütün içine biraz damızlık(yoğurt) konulup karıştırıp kaynatılarak yapılır. Yepinti, gün dönümünden sonra yapılır. Daha önce yapılırsa koyulaşmadığı söylenir. Bir başka süt ürünü de ağızdır. Ağız koyun kuzladığı zaman yapılır. Yeni doğum yapan koyunun ilk sütü başka sütlerle karıştırılıp pişirilerek yapılır.

Süte nazar değeceğine inanılır. Bu nedenle süt sağıldıktan sonra kazanın içine yeşillik ve kömür konulur. Böylece kömürün göze görüneceği ve nazarı uzaklaştıracağına inanılır. Yoğurt mayası hısım akraba dışında yabancıya verilmez ve yabancıdan istenmez. Koyuna nazar değeceğine ve göğsünün ağrıyacağına inanılır. Yoğurt verirken de yine nazar değmesini önlemek için yoğurdun üzerine yeşillik konulup, içine kömür atılır.

Et genelde taze olarak tüketilmektedir. Bundan başka önceleri et tuzlanarak kurutulur buna çemen denilirdi. Günümüzde bunlar yapılmamaktadır. Yapılmayan bir başka yiyecek te bastırmadır. Önceleri geyik etinden yapılırdı. Et ince ince kıyılır, üzerine bol miktarda tuz çilenir(ekilir) iki büyük taş arasına bastırılır, kanı çıkarılır et böylece pişik gibi olurdu. Yemek yapılacağı zaman et ıslanır, tuzu alınır öyle kullanılırdı.

Ekmek çeşidi olarak sıkma, sıkma böreği, yufka, mayalı yapılmaktadır. Genelde sabah kahvaltılarında sıkma yapılır. Mayasız hamurdan yapılan sıkma sacda pişirilir, piştikten sonra içi yağlanır taze peynir ve çökelek konarak dürüm yapılır yenir. Sıkma böreği ise hamur çiğken içine peynir konulup pişirilerek yapılır. Hamur mayalamak için artık hazır maya kullanılmaktadır. Ancak mayanın bulunmadığı durumlarda ayran ve ya ekşimiş yoğurt unun içine konulup bir gün bekletilerek de hamur mayalandırılır.

Eskiden olduğu kadar çok değilse de tavşan ve keklik avlandıktan sonra yemekleri yapılır. Tavşanın içi temizlenir. Akşamdan suya ıslanır. Suda haşlanır, ilk haşlama suyu dökülür. Böylece kanı temizlenir. Daha sonra parçalanıp kavrulur. İçine topalak dökülür, nohut konur. Topalak bulgurdan yapılan bir yemek çeşididir. Islatılan bulgurun içine karabiber, kimyon, salça, soğan, sarımsak biraz da un atılıp yoğrulur. Küçük köfte şeklinde yuvarlanır su içinde et ve nohut ilavesiyle pişirilir. Tavşan etinden yapılan topalak daha lezzetli olur.

Yaylada sebze yetiştirilmez. Pazardan satın alınarak yemek ihtiyacı giderilir. Bundan başka yarpız, gömeç, kuzukulağı gibi yabani otlar toplayarak yemek yaparlar. Kuzukulağı ekşi olduğu için daha çok salatası yapılarak tüketilmektedir. Yarpız, haşlanmış dövmenin içine doğranıp, yoğurt, nane ilavesi ile yenir. Gömecin ise yemeği yapılmaktadır. Haşlanıp doğrandıktan sonra yağ ve soğanla kavrulup limon kırmızı biber tuz ilavesiyle yenir.

EL SANATLARI

Günümüzde koyunların yünleri hararlara(çuval) basılarak satılmaktadır. Önceleri yünler satılmaz dokuma yapılırdı. Delikanlılar tarafından kırkılan yünler eğrilir, boyatılır ıstar denilen tezgahlarda dokunurdu. Yaklaşık on senedir hazır alınan halılar ve hasır çadır içerisine serilmektedir. Ancak tepme keçe günümüzde de kullanım amacıyla yapılmaktadır. Yere büyükçe bir çaput serilir, üstüne boyanmış yünlerle istenilen şekilde nakış yapılır, en üste yün döşenir, su dökülür. Yere serilen çapuda dolanır. Ayakla tepilir. Nakışın yüne yapışıp iyice pekişmesi için sürekli tepilir.


YAYLADA DOĞUM VE DOĞUMLA İLGİLİ İNANÇLAR

Önceleri yaylada doğum çadırlarda birkaç bilen kadının yardımı ile gerçekleşirdi. Günümüzde artık yaylada doğum olayı görülmemektedir. Doğum yaklaşınca ilçeye gidilmektedir.

Doğum zamanı gelen kadın sancısı başlayınca hemen komşularına haber salmazdı. Kötelek sancısı yani arak arkaya gelen sancının gelmesini bekler, sancı sıkıştırıncaya kadar kimseye haber vermezdi. Bu arada çadırın içinde gezinir, kalkıp oturamayınca bir çocuk ile haber salınıp komşulardan yardım istenirdi.

Çadırın içinde ateş yakılır, ateşe ibrikle doğumdan hemen sonra kadın yıkansın diye su konur, kadın ateşin başına oturtulurdu. Sancılanan kadın çadır içinde gezdirilir, sancısı hafifleyince ocağın başına oturtulurdu. Çadırın orta direklerine ip gerilir, kadın o ipe asılır, sancısı sıklaşıp, çocuk doğacağı zaman yere çömelir, arkasına geçen kadının beline dayanıp yardımcı olması ile doğumu gerçekleştirirdi.

Kadınların kolay doğum yapmalarını sağlamak amacıyla bir takım pratiklere baş vurulmaktaydı:

- Meyrem ana denilen ot suda ıslatılır, sancı çeken kadına içirilir,

- Sancısı olan kadın devenin altından üç kere geçirilir, kadın bu sırada “kulfu” okur,

- Doğumu kolay olan kadının patasından(avucundan) üç kere su içirilir,

- Kadının ayağının altına ısıtılmış toprak dökülür.

Çocuk dünyaya gelince bazı kadınlar halsizleşir, baygınlık geçirir ki buna kelllendi denir. Bu durumda kadının burnuna soğan koklatılıp ayağının altına ısıtılmış toprak konur.

Doğumdan sonra çocuktan ses gelmezse çocuğun göbeği anneden bebeğe doğru sağılırdı. Daha sonra göbek kesilir, kesilen yere zeytin yağı sürülürdü. Kadınların bir kısmı çocukla ilgilenirken, bir kısmı da kadınla ilgilenir, önce kadının karnının iki tarafına bastırarak eşini düşürürler. Eş düşürülemezse kadın saman buğuna oturtulurdu. Çocuk yıkanıp bedeni çiğsi çiğsi kokmasın diye tuzlanır. Ağzına da şekerle tuz karıştırılıp sürülür. Çocuk doğduktan sonra ağzına memeden önce şekerli su verilir.

Doğumun hemen ardından kadın da banyo yaptırılıp, ısıtılmış toprağa yatırılır. Kadının içini ısıtması için eritilmiş yağın içerisine bal veya pekmez konularak yapılan yağlı ballı veya paluze aç karnına iki üç kaşık yedirilir. Kadının ilk doğumu ise son sancısı olmasın diye gök boncuk yutturulur.

Yeni doğum yapan kadına kırklı denir. Ertesi gün bütün komşular paluze yapıp üstüne karanfil veya karabiber koyarak çocuğu yoklamaya gelirler.

Çocuğu al basmasından korumak için üstüne kırmızı yağlık örtülür. Şeytan değip hasta etmesin diye başının üst tarafına ekmek ufağı, bıçak, ayna konur.

Çocuğun ismi kulağına Kur’an okumayı bilen birisi tarafından ezan okunarak verilir. Çocuğa isim olarak kabiledeki büyüklerin adı konur.

Kırklı çocuğu et, ölü, unun basıp hasta edeceğine inanılır. Komşulardan birisi et kestiyse et parçası getirip çocuğun üstünde yıkanması gerekir veya çocuğun et üzerine bastırılması gerektiğine inanılır. Bunlar yapılmaz ise etin çocuktan ağır gelip çocuğun ayağının yere basmayacağına inanılır. Ölünün çocuğu basmasını engellemek için ölü mezara gittikten sonra çadırın içindeki bütün eşyalar çırpılıp yeniden yerleştirilir. Değirmenden getirilen unun da çocuğu basıp hasta edeceğine inanılır, bu durumda getirilen una çocuk bastırılır, yüzüne un sürülür.

Kırk basan çocuk hastalanıp ölür. Çocuğu kırk basmasını engellemek için de kırklama yapılır. Kırk tane taş bir çapuda çıkılanır. Çocuk hergün yıkanır. Yıkandıkça taşın birisi atılır. Kırkıncı taş ta atılınca meydana bir kazan kurulur, içine de kırk tane taş konur. Çocuk annesi, evdeki herkes bu su ile yıkanır. Çamaşırlar, çadırın içindeki çul, keçe ne varsa hepsi yıkanır.

Çocuk dünyaya geldiği zaman mal ölürse aydaş olur. Bu durumda çocuk yol ayırdına götürülüp et üstünde yıkanırsa iyileşecektir. Bir başka yöntem de çocuğun tuz ile tartılmasıdır. Terazinin bir kefesine tuz, diğerine çocuk konulup tartılır. Bir hafta sonra çocuk yine aynı şekilde tartılırsa çocuğun iyileşeceğine inanılır.

Çocuğun tırnakları hırsız olmasın diye yaşına gelmeden kesilmez. Çocuğun ilk saçına ana tüyü adı verilmektedir. Anasının tüyünü kim keserse çocuğa bir hediye verir. Önceleri kızıl kap alınıp verilirdi. Yürürken sık sık düşen çocuğa köstekli denir. Bu durumdaki çocuğun ayağına ip bağlanır. Bıçakla o ip kesilirse çocuğun düşmeden yürüyeceğine inanılır.


YAYLACILIK VE ÇOBANLIKLA İLGİLİ ATASÖZLERİ, BATIL İNANÇLAR

- Çobanın gönlü olursa keçeden sütü çıkarır.

- Çobanın gönlü olursa tekeden telemeyi çalar.

- Kurda boynun neden kalın diye sormuşlar, kendi işimi kendi elimle gördüğümden kalın demiş.

- Şeytan işi diye ocakta soğan kabuğu yakılması iyi sayılmaz. Su veya yemek kazanları ters çevrilerek kapanmaz. Ocağın üzerinde tutulup içine biraz su konur ve ağzı açık tutulur.

- Ölü suyu ısıtılan kazanlar ters çevrilmektedir.

KAYNAK KİŞİLER:

ADI-SOYADI: Veli GÜR

YAŞI: 49

DOĞUM YERİ: Gülek Yaylası

EĞİTİM DURUMU: Okur-yazar

ADI-SOYADI: Nebi AYAŞAN

YAŞI: 60

DOĞUM YERİ: Karadirlik

EĞİTİM DURUMU: Okur-yazar

ADI-SOYADI: Raziye GÜR

YAŞI: 46

DOĞUM YERİ: -

EĞİTİM DURUMU: Okur-yazar

ADI-SOYADI: Sultan Dİnç

YAŞI: 50

DOĞUM YERİ: Kozan ilçesi Kale Köyü

EĞİTİM DURUMU: okuması yok

ADI-SOYADI: Zöhre YAŞAR

YAŞI: 60

DOĞUM YERİ: Tarsus

EĞİTİM DURUMU: okuması yok

Bu yazı Tarım ve Köy Dergisi, Sf.26, Mayıs-Haziran 1999 sayısında yayınlanmıştır.
continue to “yazıgöl yaylası”

 
CSS Template by RamblingSoul | Illinois Wine And adaptation in blogger by Ctemplates